2023 yılı hem dünyada hem de ülkemiz için zorluklarla dolu bir yıl oldu. KAB Ekoloji olarak 2023 yılında ...
- 05.05.2022
- Devamını Oku
Rüzgâr enerji santrallerinin (RES) planlanması aşamasında ilk sorulması gereken sorulardan bir tanesi, “acaba burada kayda değer bir yarasa nüfusu ya da tehlike altında yarasa türleri yaşıyor mudur?” şeklinde olmalıdır. Çünkü kuşlar kadar yarasaların da türbin kanatlarına çarpma sonucu oluşan kazaların başlıca kurbanları olduğunu biliyoruz ve böylesi kazalarla –hele sıkça– karşılaşmayı hiç istemeyiz. Zaten, belli başlı uluslararası doğa koruma kuruluşları gibi, Avrupa’daki 45 yarasa türünün tamamını yasal koruma altına alan Habitat Direktifi de aynı şeyi söylemektedir.
Sorumuza doğru yanıt almanın tek yolu araştırma yapmaktır. Ne yazık ki, proje alanında şöyle üstünkörü bir inceleme ve gözlem ziyaretinde bulunmak, bir de o bölgede yapılmış bilimsel araştırma sonuçları varsa onları karıştırmak bize pek yardımcı olmaz. Proje alanı özelinde yarasa akustik araştırmasına ihtiyaç vardır.
Akustik araştırmayla, proje alanı ve yakın çevresindeki yarasaların tür ve sayısı, yoğunlaştıkları bölgeler, aktif oldukları zamanlar, göç hareketlilikleri, mevsimsel değişimler gibi birçok önemli konuda bilgi toplamak mümkün olur. Yarasalar genellikle gece saatlerinde ortaya çıkan canlılar oldukları için, örneğin kuş, hatta diğer memeli hayvan araştırmalarında kullanılan yöntemleri onlara uygulamak mümkün değildir, o yüzden de özel birtakım tekniklere başvurulur.
Artık iyi bilindiği üzere, yarasaların büyük çoğunluğu karanlık ortamlarda etraflarını, özellikle de avlarını oluşturan böcekleri “görmek” için gözlerinden çok, ağız-burun ve kulaklarını kullanırlar. Çıkardıkları ultrasonik (yani bizim duyamayacağımız yükseklikteki frekanslarda) seslerin yankılarını kulaklarıyla duyarak, hiçbir cisme çarpmadan uçar, üstelik avlarını bulup yakalarlar. Bizler için son derece şaşırtıcı olan bu yöntemle nesneleri algılama işlemi ekolokasyon diye adlandırılır. Ekolokasyonda daha çok kulaklar öne çıktığı, bir başka deyişle “işitsel” bir süreç söz konusu olduğu için de bu yönteme dayanan araştırmaları ifade ederken akustik terimine başvurulur.
İşte yarasaların ekolokasyon sırasında çıkardıkları bu sinyalleri, özel detektörler yardımıyla yakalayıp kaydetmek, sonra da onları inceleyerek, yarasalarla ilgili yukarıda saydığımız türden çok çeşitli bilgilere ulaşmak mümkün olur. Uzmanlık gerektiren bu iş pek kolay olmasa da gelişen teknolojinin sağladığı olanaklarla bu konuda artık gitgide daha güvenilir sonuçlara ulaşabilmekteyiz.
Yarasa detektörlerinin kaydettiği sinyaller, bir dijitalleştirme süreciyle duyulabilir, –daha önemlisi– görülebilir ve ölçülebilir hale getirilir. Bu işlemi farklı tekniklerle yapıp birbirinden farklı görünümlerde çıktılar elde etmek mümkünse de sonuçta genel olarak bir spektrogram elde edilir. Spektrogram, kayıtlı ses frekanslarının, –milisaniyelerle ölçülen– zaman içerisinde nasıl değiştiğinin görüntüsünü sunar. İşte bu görüntülerin genellikle yarasa türüne ve daha birçok faktöre bağlı olarak değişiklikler göstermesi, onları mercek altına yatırarak çeşitli bilgilere ulaşabilmemizi sağlar.
Yarasaların aktif oldukları saatlerde gerçekleştirilen akustik araştırması sırasında, proje alanı içerisindeki sabit noktalara detektörler yerleştirilir. Ayrıca, gezici detektörlerle proje alanı taranır. Yarasa ses kayıtları daha sonra uzmanlar tarafından incelenir ve elde edilen bulgular raporlanır.
Yarasa akustik araştırması sadece planlama değil, işletme aşamasındaki RES’lerde de son derece gerekli ve yararlıdır. Türbin kanatları dönmeye başladıktan sonra genellikle akustik araştırma, rutin karkas arama çalışmalarına paralel olarak yapılır, böylece proje alanındaki yarasa varlığı ile kazalara kurban gitme olasılığı yüksek olan yarasalar arasında daha somut bağlantılar kurulabilir ve daha spesifik önlemler alma imkânı ortaya çıkar.