2023 yılı hem dünyada hem de ülkemiz için zorluklarla dolu bir yıl oldu. KAB Ekoloji olarak 2023 yılında ...
- 03.01.2024
- Devamını Oku
Rüzgar Enerji Santrallerinin çevresel ve sosyal etkileri arasında ekolojik etkiler de bulunmaktadır. Bu konuda yetkili kurum olan Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü, gerekli izinleri verebilmek için proje sahiplerinden ekosistem değerlendirme raporu ve ornitoloji izleme raporları talep etmektedir.
Ancak, bu raporlarda ciddi sıkıntılar bulunmaktadır. İlk yönergelerin oluşturulmasında Biyoloji Bölümlerindeki akademisyenler görev almıştır. Ekolojik ve ornitolojik izleme çalışmalarını yürütecek uzmanlarda “Ornitoloji alanında doktora” şartı getirilince, sınırlı sayıdaki uzman artan talebe yetişmemiştir. Birçok çalışma bilimsel açıdan yetersiz kaldığı için uluslararası finans kuruluşları tarafından kabul görmemiştir. Birçok uzman, sahaya çıkmadan rapor hazırlama ve intihal eğiliminde olmuştur. Sonuçta 20 yıllık yenilenebilir enerji geçmişinde, ekolojik etkilerin azaltılması konusunda çok ilerleme kaydedilememiş, üstelik ilgili izin süreçleri yatırımcılar için büyük bir sıkıntıya dönüşmüştür.
Önümüzdeki yıllarda rüzgar enerjisinde kurulu güç artışında büyük bir ivme planlanıyor. Sayıları giderek artan türbinlerin doğal yaşama olan olumsuz etkilerini azaltmak adına önemli bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Sistematik ve metodik kuş ve yarasa araştırmaları, gelişmiş teknolojik araçlar ile bu olumsuz etkilerin azaltılması mümkündür. Bu çabalar, yenilenebilir enerjinin ekolojik ve ekonomik sürdürülebilirliğini sağlamak için büyük öneme sahiptir.
Bu bağlamda, DKMP Genel Müdürlüğünün izin ve denetim süreçlerinin hızlanması için doğa koruma yönergelerinin kapsamlı ve acil bir şekilde güncellenmesi gerekmektedir. Bu konudaki görüş ve önerilerimi 7 maddede özetleyeceğim:
AÇIKLAMA: Bu öneriler tamamen sektör içindeki 15 yıllık tecrübe ile yazılmış önerilerdir. Hiçbirinin resmi bir geçerliliği ve bağlayıcı özelliği bulunmamaktadır. Paylaşılırken buna dikkat edilmelidir.
Rüzgar santrallerinin doğaya ve özellikle etkileri hem IFC 2012 Performans Standardı No 6, ekleri ve Atienza et al. 2014 tarafından şu şekilde özetlenmiştir.
Türkiye’de ise bazı türlerin doğrudan etkilendikleri bilinmektedir.
Bunların başında soyu hassas (Vulnerable) olan Şah Kartal (Aquila heliaca) gibi birçok soyu tehlike altındaki türün yuvalarının çok yakınına izinler verilmiştir. Sırf bu nedenle yaklaşık 40 çift olarak bilinen popülasyonda 2023 yılında 2 ölü bulunmuştur. Kartallar hem çarpışmadan hem de rahatsız etme ve alanı terk etme etkisi altında kalmışlar, eski yuva ağaçlarının yanlarından inşaat aşamasında geçen kamyonlar nedeniyle eski yuva alanlarını terk etmişler ve yüksek gerilim hatlarında yuvalamaya itilmişlerdir.
Diğer bir tür Küçük Akbaba (Neophron percnopterus) tehdit altında (Endangered) seviyesinde bir türdür. Bu türün İç Anadolu’daki bazı yuvalarının 2 km yakınına türbinler kurulmuş, kuşlar alanı terk etmişler ve alanda yuvalamaktan vazgeçmişlerdir. Bu bilinen örneğin dışında bilinmeyen birçok olması yüksek ihtimaldir.
Kuş göç alanları üzerinde, özellikle Silivri çevresindeki rüzgar santrallerinde ve Belen Boğazı’nda bulunan yaklaşık 10 rüzgar santralinde Leylek (Ciconia ciconia) göçleri sırasında ciddi riskler yaşanmaktadır. Bu santraller, tam 200.000 leyleğin göç rotası üzerinde konumlanmış durumdadır. Ancak, bu santrallerin hiçbirinde leyleklerin geçiş saatlerinde “geçici türbin durdurma” uygulaması yapılmamaktadır.
Yarasa ölümleri ülkemizde genellikle az bilinen bir konudur. Rüzgar santrallerinin işletme aşamasında, Avrupa ortalamasıyla karşılaştırıldığında her bir türbin başına ortalama 20 yarasa ölümü yaşanmaktadır. Türkiye’deki bazı bölgelerde bu rakamlar ise 8 ila 200 gibi geniş bir aralıkta değişmektedir. Trakya Ormanları, Yalova Sırtları, İzmir ve Balıkesir’in ormanlık alanlarında yarasa ölümleri oldukça yüksektir. Bu durum, bazı rüzgar santrallerinin 1000 civarında yarasa öldürdüğü tahmin edilmektedir. Trakya’da ise [100.000] yarasa nüfusu tahmin edersek, yarasa popülasyonunun [%5] ila [%10] gibi bir oranda rüzgar türbinlerine kayıp verdiği öngörülebilir. Bu oranın zaman içinde artması da olasıdır.
Kaynaklar:
IFC Çevresel ve Sosyal Sürdürebilirlik Performans Standartları 1 Ocak 2012
The World Bank 2015: Environmental, health, and safety guidelines for wind energy
NatureScot: Wind farm impacts on birds
Türkiye’nin uluslararası kuş göç yolları üzerinde olması nedeniyle. Rüzgar enerji santrallerinin DKMP Genel Müdürlüğü tarafından bir kuş göç çalışması yapılmış. Bu çalışmada Türkiye’nin neredeyse tamamında kuş göç yollarının bulunduğu ortaya çıkmış, ancak bu çalışma kısa bir süre sonra DKMP Genel Müdürlüğü sitesinden kaldırılmış.
Öncelikle, kuş göç yolları diye kastettiğimiz süzülen göçmen kuşların kıtalararası göçlerinde kullandıkları rotalardır. Bu türlere kartal, şahin, atmaca gibi yırtıcı kuşlar, leylekler, pelikanlar, kaşıkçılar ve benzeri geniş kanatlı iri gövdeli türler dahildir.
Kuş göç yolu dediğimizde, genellikle zihnimizde Türkiye haritasının üzerinde geniş ve dar şeritler olarak canlanır. Ancak, kuş göçü sadece belirlenmiş koridorlarla sınırlı alanda gerçekleşmez. Kuş göçleri, değişken hava koşulları, iklim değişiklikleri ve diğer faktörlerle etkilendiğinden, belirli koridorlardan geçme zorunluluğu genellikle gerçekçi bir varsayım değildir.
Türkiye’de neredeyse tüm bölgelerde kuş göçü görülebilir. Grinin 50 tonu gibi, her yerde farklı yoğunluktadır. A Projesi’nde göç hareketi 100 kuş geçişi /yıl ile sınırlı olabilirken B Projesi’nde bu sayı 100.000 kuş geçişi /yıl seviyesine çıkabilir. Ancak [10.000] veya daha fazla kuşun geçtiği alanlar, darboğaz olarak kabul edilebilir ve bu, Uluslararası Kuşları Koruma Birliği’nin (BirdLife International) Önemli Kuş Alanı (Important Bird Area) kriteri olan A4iv’de belirtilmiştir.
Darboğaz (Ing. Migration Bottleneck) olmadığı sürece tüm göç alanlarında rüzgar santrali kurulabilir.
Unutulmaması gereken bir diğer önemli konu, rüzgar santrallerinin etkisinin genellikle düşünüldüğünün aksine göçmen kuşlardan çok yerli kuşlar üzerinde olduğudur.
Rüzgar santralleri için kuş izleme çalışmalarını düzenleyen ilk yönergeler, öğretim üyeleri tarafından “ornitoloji alanında doktora” şartı koşularak oluşturuldu. Ancak, bu talep karşılanamayınca, DKMP tarafından bu kısıtlama kaldırıldı ve tüm biyologların raporları kabul edilmeye başlandı. Öncelikle raporun oluşturulmasında iki farklı pozisyon olduğu vurgulanmalı: Raporu hazırlayan ve gözlemci.
Raporu hazırlayan kişi, araştırmayı yürüten kişidir ve sadece biyolog olması gerekmez. Biyolojik bilimler fakültesinden mezun olması yeterlidir; ancak lisansı başka bir bölümden olan kişiler, biyolojik bilimler konusunda yüksek lisans yaptıklarında rapor yazma yetkisine sahip olmalıdır. Raporu yazmak için gereken deneyimler şunlardır:
Birçok akademisyen bu konularda bilgi sahibidir ve bu görevleri yerine getirebilir. Ancak, akademisyenler genellikle kamu kaynaklarıyla öğrenci yetiştirmek için görevlendirilen kişilerdir. Öğrencilerin diplomasını alırken amaçları, bu tür iş fırsatlarına erişim sağlamaktır. Akademisyenlerin kendi öğrencilerinin yapması gereken işleri kendilerinin yapması ahlaki olarak doğru değildir. Ancak, yapılan çalışmaların değerlendirilmesi ve bölgesel çalışmalarda Stratejik Etki Değerlendirmesi gibi görevler, akademisyenlere daha uygun olabilir.
Ayrıca, raporları hazırlayacak kişilerin İngilizce bilmeleri önemlidir. Çünkü bu konudaki birçok yönerge ve örnek rapor İngilizce dilinde hazırlanmıştır. Henüz birçok yönergenin Türkçe’ye çevrilmemiş ve yayımlanmamış olduğunu unutmamak önemlidir.
Gözlemci pozisyonunda çalışacak bireylerin sahip olması gereken temel özellikler şunlardır:
Bu özelliklere sahip olabilmek için kişinin “kuş gözlemcisi” olması yeterlidir. Bir birey, kuş gözlemcisi olduğunu, tür bilgisi içeren fotoğrafları ve tanıdık “kuş gözlemcilerinin” referanslarıyla paylaşarak Kuşbank, Trakuş, DoğalHayat, iNaturalist veya tanım bilgisi içeren tür fotoğraflarının paylaşıldığı sosyal medya hesaplarında ispatlayabilir.
Özetle, gözlemci pozisyonunda çalışacak kişilerin biyoloji mezunu olmaları, MS Office uygulamalarını bilmeleri ve İngilizce bilme gerekliliği teknik olarak gerekli değildir. Nitelikleri ne olursa olsun, daha önce rüzgar santrallerinde görev yapmış kişilere mutlaka öncelik verilebilir.
Rüzgar santrallerinde dikkate alınması gereken türler sadece kuşlarla sınırlı değildir; iri memelilerden çiçekli bitkilere kadar tüm türler etki grubu içerisindedir. Ancak genellikle en çok etkilenen türler, uçan türler yani kuşlar ve yarasalardır.
Kuş araştırmaları, farklı yöntemlerle gerçekleştirilebilir (Bibby, Sutherland). Sulak alan sayımları, üreyen kuş çalışmaları ve göç çalışmaları, hepsi geçerli yöntemlerdir. Ancak rüzgar enerji santrallerinde en önemli çalışma, Hakim Noktalardan Sabit İstasyon sayımlarıdır. Bu çalışmalar, NatureScot tarafından detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Özetle:
Hakim nokta gözlemi sonuçlarına göre, Çarpışma Riski Modellemesiyle belirlenen kuş ölüm tahminleri yılda 5 kuş veya daha fazla olan alanlarda ve nadir veya iri gövdeli türlerde yılda 0,5 birey veya daha fazla olan alanlarda önlem alınmalıdır. İnşaat öncesinde, bu önlemlerden biri olarak bazı türbinlerin yerinin değiştirilmesi mümkündür. İşletme aşamasında ise türbin durdurma (shut-down on demand), uygulanmalıdır. Ortaya çıkacak enerji üretimi kaybı finans modeline yerleştirilmelidir.
Hakim nokta gözlemlerinin dışında belirlenen türler arasında, türbinin 2 km veya 5 km çapındaki yuvaları da incelenmelidir. Özellikle, Şah kartal yuvaları, Küçük akbaba veya Kızıl veya kara akbaba kolonileri için bu şarttır. Yuva bilgileri, DKMP veya üniversitelerden istenebilir.
Küresel veya ulusal düzeyde soyu tehlike altındaki türler arasında, her tür, rüzgar santrallerinden aynı şekilde etkilenmez. Örneğin, VU sınıfındaki üveyik (Streptopelia turtur) alçak uçucu bir türdür ve türbin altında ölü bulunması nadirdir, dolayısıyla etkilenmezler. Tehlike altında olmayan bazı türler de incelenmeye alınabilir (örneğin Arı Şahini, Ak Sırtlı Ağaçkakan).
Tüm ornitoloji raporlarında şu bilgiler olmalı:
Bunun dışında tüm tür listesi verildiği zaman, bunların içinde hangi türlerin etkilenebileceği bilgisi ve şirketin alması gereken önlemler mutlaka listelenmelidir.
Yarasalar, rüzgar santrallerinde en sık ölen tür gruplarından biridir. Avrupa genelinde, ortalama olarak her yıl bir türbin başına ortalama 20 yarasa ölümüne neden olmaktadır. Türkiye’de bu değer 8 ila 200 arasında değişiklik göstermekte olup, ortalama olarak yaklaşık 20 civarındadır.
Yarasa ölümlerinin büyük bir kısmı, kanadı görmeyen yarasaların kanatlarındaki rüzgar ve türbin dengesi nedeniyle yaşadığı barometrik travma sonucunda meydana gelmektedir. Ani basınç değişiklikleri, akciğerleri zedeler veya iç kanamaya yol açar. Bazı yarasalar, ölümden kurtulsalar bile birkaç gün içinde iç kanamadan ölebilirler.
Yarasa ölümleri, ekosistemde ciddi sorunlara neden olabilir. Yarasalar, böcek avcısıdır ve her gece tonlarca böceği yiyerek böcek nüfusunu kontrol ederler. Yarasaların yok olması durumunda, yüksek böcek nüfusu tarım ürünlerine veya doğal ekosistemlere ciddi zarar verebilir. İkinci olarak, yarasalar uzun ömürlü ve yavaş üreyen hayvanlardır. Boylarına rağmen, üreme hızları düşüktür; yılda genellikle bir yavru doğururlar. Bu nedenle, yarasaların ölümleri kolayca telafi edilemez ve popülasyon içindeki kayıpların yerini alması uzun zaman alabilir.
Rüzgar santrallerindeki yarasa ölümleri gece saatlerinde meydana gelir, gün batımından gece yarısına kadar olan dönemde en yoğun olarak gerçekleşir. Yarasalar rüzgarlı havalarda değil, düşük rüzgâr hızında (3-6 m/s) uçarlar. Enerji üretiminin yüksek olduğu zamanlarda yarasa ölümü gerçekleşmez. Ayrıca yarasalar kış uykusuna yatarlar. Çoğunlukla mart ile kasım ayları arasında ortaya çıkarlar.
Yarasalar gece uçarken yüksek frekanslı ultrasonik sesler çıkarırlar. Bu sesler insan kulağının duymadığı frekanstadırlar. Yollarını görme yetisine değil, çıkardıkları seslerin yankılarına göre yollarını bulurlar. Bu ekolokasyon adı verilen bir sistemdir. Özel üretilen dedektörler yarasa seslerini kaydedebilir.
Rüzgar santrallerindeki yarasa araştırmalarında öneriler metot akustik yarasa çalışmasıdır. Diğer yöntemlerden; sis ağı ile yakalama yarasalara zarar verebileceği için önerilmez, mağara araştırmaları iş sağlığı güvenliği nedeniyle genellikle önerilmez, ancak mağara ağzı sayımı belirli koşullarda gerekebilir.
İnşaat öncesinde yarasa araştırması şu şekildedir:
İşletme sırasında alınacak önlemler şu şekildedir:
İşletme sırasında yapılacak izleme çalışması, alınan önlemlerin yeterli olup olmadığını ortaya çıkarmayı amaçlar:
Yıllara Göre Uygulama Aşamaları:
Kaynak:
IFC Çevresel ve Sosyal Sürdürebilirlik Performans Standartları 1 Ocak 2012
The World Bank 2015: Environmental, health, and safety guidelines for wind energy
Rüzgar santrallerinin kuşlar ve yarasalar üzerindeki etkileri uzun süredir tartışma konusudur. Bu bağlamda, Kuzey Amerika ve Avrupa ülkeleri farklı önlemler almıştır. Temelde iki önlem öne çıkmaktadır.
Birincisi, doğru alanlara kurulumu sağlamaktır. Birinci öncelikte korunan alanlara kurulması engellenmiştir. İspanya’da birçok örnekte de soyu tehlike altında bulunan iri gövdeli kuşların yuvalarına 2 veya 5 km mesafede lisans verilmemiştir.
İkinci ve önemli önlem ise “Türbinlerin Durdurulması”dır. Türbin çarpmalarını önlemenin en etkili yollarından biri, türbinlerin belirli zamanlarda durdurulmasıdır. Karasal alanlarda, kuşlar için “Talep Üzerine Kapatma (Shut-down on Demand)” uygulamaları yapılmaktadır. Gündüz saatlerinde kuş göçlerinin yoğun olduğu dönemlerde, gözlemciler riskli zamanları belirleyerek türbinleri durdurabilir.
Her tür türbin durdurma sisteminin etkili olduğu belirli bir topoğrafya, habitat ve tür grubu vardır. Örneğin, kamera sistemleri genellikle gece çalışamaz, ancak radarlar geceleyin etkili olabilir. Kameralar diğer taraftan türleri ayırt edebilirken, radarların bu yeteneği daha sınırlıdır. Bazı kameralar, türbinlerin tarama alanını maskelediği için kanat arkasından geçen kuşları tanımakta zorlanabilir. Diğer kameralar, maskeleme sorunlarını aşmak için ileri görsel tanıma sistemlerine sahip olabilir. Engebeli arazilerde ise gözlemciler daha etkili olabilir. Ancak gözlemciler uzun süre dışarıda kalamayabilir, özellikle de kış şartlarında. Dolayısıyla, her bir alanda doğru cihazı seçmek, sistemin etkinliğini artırmak için önemlidir.
Türkiye’de yatırıma kesinlikle izin verilmeyecek alanlar, genellikle korunan bölgeler ve görsel değeri bozulmaması gereken doğal alanlarla sınırlıdır. Bu alanlar arasında Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı ve Kapadokya gibi önemli doğa bölgeleri bulunmaktadır.
Korunan alanlarda, rüzgar santrallerine lisans vermek tercih edilmemelidir. Korunan alanlara, IUCN tarafından tanınan Önemli Doğa Alanları (Key Biodiversity Areas) da eklenmelidir. Bazı korunan alanlar ve önemli doğa alanları çok geniş coğrafyalar yayılmış ve geniş bir yüzey alanına sahip olabilir. Bu durumda koruma hedefi olan türlerin habitatlarında veya topluluklarında olmayacak şekilde sınırlı sayıda türbine izin verilebilir. Bu izin sürecinde bir Kritik Habitat Analizi raporu gereklidir. Her halükarda korunan alanların çekirdek bölgelerinde hiçbir zaman lisans verilmemelidir.
Orman sahaları, çok fazla lisansları verilen alanların başında gelir. Bunun nedeni ormanların tamamen kamu idaresi altındaki olmalarıdır. Türkiye’nin ormanları çok büyük kısmı, üretim baskısı nedeniyle genç ve gelişmemiş ağaçlardan oluşmaktadır. Orman varlığımızın Ekolojik olarak değerli ve sağlıklı ekosistem oluşturan yaşlı ağaçlardan oluşan ormanlar çok sınırlıdır. Ancak hiçbir koruma kriteri geliştirilmemiş [30] metreden yüksek taç yüksekliğine sahip ormanlarda lisans verilmemelidir. Hali hazırda, koruma önceliği olan, örn. gen koruma ormanlarında lisans verilmemektedir.
Birçok mağara Türkiye’de genellikle ciddi zarar görmektedir. Birçok mağara defineciler tarafından dinamitlerle tahrip edilmekte (örneğin Yarımburgaz), turizme açılarak yarasa popülasyonları yok edilmekte (örneğin Dupnisa) veya barajlar altında kalmaktadır (örneğin Havran). Bu nedenle, [10.000] yarasa ve üzerinde popülasyona sahip tüm mağara ve barınakların 2 km çevresine türbin dikilmemelidir.
Sulakalan sınırları içinde türbinler kurulmamalıdır. Sulak alanlarda yaşayan iri güveli pelikan, balıkçıl ve pelikan gibi türlerin manevra kabiliyeti düşük olduğundan, çarpma riski yüksektir.
Korunan alanlar dışında dikkate alınması gereken diğer önemli bir faktör, soyu tehlike alında türlerdir. Bu türler, IUCN Kırmızı Liste tarafından belirlenir. IUCN Kırmızı Listesinde bulunan ve Türkiye’de yaşayan soyu tehlike altındaki ve süzülen göçmen türler (ve Toy) aşağıda listelenmiştir:
Ülkemizde politik nedenlerle ulusal kırmızı liste oluşturulmamaktadır veya eskiler güncellenmemiştir. Bu nedenle, küresel kırmızı liste statülerinin kullanılması daha doğru bir yaklaşımdır. IUCN Kırmızı Liste kategorilerinin yanı sıra, Bern Sözleşmesi, CITES ve MAK gibi başka kategoriler de vardır. Ancak, ÇED raporları gibi belgelerde kuş ve yarasa türleri için kullanılmaya devam edilseler de CITES ve MAK gibi kriterlerin kullanımından kaçınılmalıdır. Çünkü CITES canlı türlerinin uluslararası ticaretini düzenlemek için kullanılırken, MAK av türlerini belirlemek amacıyla kullanılır. Bu nedenle, CITES ve MAK, doğrudan bu tür projelerde bir kriter olarak kullanılmamalıdır.
İspanya’da, soyu tehlike altında olan büyük kuşların yuvaları için lisanslar, genellikle [2] veya [5] km uzaklığa izin verilmeyerek verilmiştir.